Pages

25 Şubat 2012 Cumartesi

CAZ YAZDIRDI BU SAATTE

Blogumun adını koyarken çok düşünmüştüm, pasta tarifleri koyacağım adı cupcakeli bi şeyler mi olsun acaba diye, sonra dedim ki bir tek yemek tarifi olmaz, çektiğim fotoğrafları da paylaşayım, gezdiğim yerleri de yazayım...derken bu liste uzadı ve madem öyle dedim, o zaman ortaya karışık bir şeyler çıkacak... karman çorman, oradan buradan olacak, canımın istediklerini paylaşacağım sizlerle, dostlarımın bana hitap şekli olan kivo ile mixi birleştirip "kivomix" koydum. İtiraf ediyorum ki pek yaratıcı değil ama, çok zor bir etiket koymak  yapılan işe, emeğe, ya da yaptığınız her neyse...oldu işte bu ad, sanırım ekimdi açtığımda blogumu, hep çektiğim fotoğraflar eşliğinde ya bir kek tarifini, ya bir gün batımını, ya da gezi notlarımı paylaştım. 

Bu sadece içimden geldiği için ve fotoğraf eklemeden yazdığım ilk deneme sanırım. Şu an saatim 01:07'yi gösteriyor. Cuma gecesi, Yalan Dünya ve daha önceden kaydettiğim Pan Am ve Greys Anatomy dizilerini izleyerek gecede 3 dizi izleme rekorunu kırmak suretiyle odama çekilmişken bir anda elim notebook'uma gitti ve yazasım geldi. Gözümde lens yok, gözlüklerim yanımda değil, günün yorgunluğu da üstüne eklenince cidden şaşı beş bir şekilde yazıyorum. Sanırım kaydı yayınla butonuna basmadan evvel bu yazıda epeyi yazım ve gramer düzeltmesi yapmak bana ek bir iş çıkaracak ama olsun, yazıyorum , canım yazmak istiyor. 

Bugün sabahtan itibaren ve özellikle ofiste maximum enerji ve yüzümde bir tebessümle dalgalandım resmen, Dalgalandım diyorum çünkü herkes bugün farklı olduğumu, uzun zamandır olamadığım kadar iyi göründüğümü söyledi. Bunun bir kaç sebebi var elbette, Bridget Jones edebiyatı ya da Mutlu Tömbekici kalemi gibi olmak istemem ama 1. sebep: Bu hafta 1,5 kilo vermiş olmak ve kereviz ile yer elmasına şükretmek. 2. sebep ise dün akşam cazın nabzını tutmak. Nasıl mı? Kerem Görsev Trio ve Alan Harris'in Ankara Caz Festivali kapsamında vermiş oldukları inanılmaz, beni benden alan konsere gitmiş olmak. Kerem Görsev, Allan Harris, Kağan Yıldız ve Ferit Odman... Yok böyle bir ekip diyorum. Geçen Cumartesi de Ferit Odman Quinteti ve Vincent Harring'i izleme fırsatım olmuştu . Oradan da süper diyerek ayrılmıştım. Ankara'da caza o kadar hasret yaşıyoruz ki sanırım, dinledikçe büyüleniyorum adeta. O kadar keyif alarak yapıyorlar ki işlerini, o dinleyene de geçiyor sanki, sahnede canlanıyorlar, canlandırıyorlar insanı. Koskoca başkentimizde gerçek bir caz kulübünün olmaması da içler acısı bir durum. Havalar ısınsa da bir hafta sonu İstanbul'da Galata'da bulunan müthiş caz kulübü Nardis'e mi gitsek acaba diye plan yapıyoruz arkadaşlarla. Yolu göze alıyoruz ki kulaklarımız bayram etsin, özel bir program izleyebilelim, cazdan mest olalım diye... Sözüm şudur ki, Kerem Görsev ve ekibi tek kelime ile Kaymaklı Kadayıflardı moda tabirle, ya da benim sevdiğim şekilde süper çikolatalı cupcakelerdi. 

Umarım sizler de en kısa zamanda bir yerlerde dinleme şansını yakalarsınız. Hatta yakalamaya çalışmayın, ne yapıp edin bir şekilde izleyin.... Bu şahane konseri etkisi bana en az 1 hafta gider gibi geliyor, yaşam motivasyonu açısından... 

Bu arada, çocukluğumdan beri vazgeçemediğim bir şarkı tutma olayım vardır konserlerde, sıradaki şarkı benim olsun deriz ya hep.. Ben bu sefer konserde "Fly Me To The Moon" çalarsa dileğim olsun demiştim veeeee Alan Harris bana hediye gibi bir anda bu şarkıyı söylediiii :) Her daim en sevdiklerimdendir ne yapayım :)

Hak ettiğimiz tüm dileklerimizin gerçekleşmesi ümidiyle. Herkese iyi geceler.... Sanırım zaten uyuyorsunuz, tatlı rüyalar ....

22 Şubat 2012 Çarşamba

"LALELİ" OLMAK


Geçen sene Nisanda Sultanahmet Meydanına halı gibi serilen bu lalelerin fotoğrafını çekerken, bir yandan da yaşamlarımızda laleyle ilgili ne kadar çok dokunuş olduğunu fark ettim. 

Bir de, insanın "laleli" olası geliyordu bu hayatta.

Ne güzel demiş "Orhon Murat Arıburnu" şiirinde, 

“lalelim, lalelide oturur
laleli, lale kokar lalelimden
laleliden geçilir
lalelimden geçilmez” 

Aşkın dilinde lale asil aşkı temsil ettiğine göre “laleli” olmak “aşık” olmak demektir. 

Lale yüz yıllardır hayatımızda olur da nasıl şiirler yazılmaz, nasıl onsuz kilimler – halılar dokunur, nasıl çinilere, seramiklere motif olmaz, nasıl kaftanları, kumaşları süslemez.

Kazakistan’da doğsa da, Osmanlı’ya bir dönem “Lale Devri” yaşatacak kadar bu toprakların olmuştur. Kanuni Sultan Süleyman’ın Hollanda kralına gönderdiği laleler şu anda Hollanda’yı dünyanın lale üretim üssü yapmış olsa da lale ülkemizin önemli bir değeri olmayı her daim sürdürmüştür, aynı zamanda da doğu kültürü ve mitolojide de lale önemli yere sahiptir. 

Aşk=lale demedik mi ki zaten, nasıl “Ferhat ile Şirin” ve “Afrodit ile Adonis” efsanelerinde var olmasın ki?.  

“Pers döneminde ünlü bir nakkaş olan Ferhat , Sultan Mehmene Banu'nun, kızkardeşi Şirin için yaptırdığı köşkün süslemelerini nakşederken Şirin'i görür ve birbirlerine sevdalanırlar. Ferhat, sultana haber salarak Şirin'i istetir. Ancak sultan, kızkardeşini vermek istemez ve Ferhat'ı oyalamak için Elma Dağı'nı delip şehre su getirmesini şart koşar. Ferhat, aşkından aldığı güçle dağları deler. Bunu gören sultan, Şirin'i Ferhat'a vermemek için yaşlı dadısını göndererek, Şirin'in öldüğü haberini ulaştırır. Ferhat, bu acı haber üzerine, elinde tuttuğu kazmayı havaya atar, düşen kazma Ferhat'ın başına isabet eder ve Ferhat orada yaşamını yitirir. Acı haberi alan Şirin korku içinde olayın geçtiği kayalığa gelir. Ferhat'ın kanlar içinde yatan cansız bedenini görünce bu acıya dayanamaz ve kayalıklardan atlayarak canına kıyar. Bu olaydan sonra Ferhat'tan akan her kan damlası onun Şirin'e olan ölümsüz aşkını göstermek için kan kırmızısı renkteki lalelere dönüşür. Efsane bu ya, işte o gün bu gündür kırmızı laleler Ferhat'ın Şirin'e duyduğu ölümsüz aşkı simgelemektedir.”

Bir diğer efsanede ise;

“Ölümlü  Adonis ile aşk tanrıçası Afrodit birbirlerine aşıktır. Adonis bir gün avlanırken, Afrodit’in eski sevgilisi olan ve bir ölümlüye olan aşkından dolayı Afrodit’i  kıskanan, savaş tanrısı Ares tarafından  ormanda vurulur. Afrodit yetişine kadar Adonis ölür. Afrodit bir törenle sevgilisinin vücudunu kokular ile ovar ve onu ölüler diyarına götürmek üzere kucaklar, bu sırada Adonis’in  kan damlaları ile  kokular birbirine karışır ve  yeryüzüne dökülerek birer çiçeğe dönüşürler. Bu çiçeğe de Adonis ile Afroditin aşkı anısına Manisa Lalesi (Anemon) denir.”

Çiçeklerin dilinde,
Beyaz Lale = Saflık, temizlik
Kırmızı Lale = Seni Seviyorum
Pembe Lale = Anlayış
Sarı Lale = Gerginlik demektir.

Aşkın dilinde ise,
Sarı Lale = Umutsuz aşkı ifade eder.
Alacalı Lale = "Gözlerin çok güzel." demektir.
Kırmızı Lale: "Aşkımı itiraf etmek istiyorum!" demenin bir yoludur.

Aşkın çiçeği zannedilen gülü tahtından etmek istemem ama narin, mağrur, kırılgan, özen isteyen bir çiçek olan laleyi de es geçmek olmaz bu durumda.

Tek çiçek olarak da kalmamıştır lale hayatımızda. Lale hayatın içinde, her yerde çıkar karşımıza.

Kimi zaman, bir şarkıdır “lale devri “ sezen aksunun sesinde, güftesinde, bestesinde.
 “Lale devri çocuklarıyız biz, zamanımız geçmiş. Aşk şarabından kim bilir en son, hangi şanslı içmiş.” der Sezen Aksu, dokundurur insana acı acı derinden. 

“Beyaz Lale”dir Ömer Seyfettin’in, “Siyah Lale”dir Alexandre Dumas’ın kaleminde.

Gözü yaşlı, içli Türk kadını için vazgeçilmez bir televiyon dizisidir. Ağlarlar Laleye. 

Balkonumuzda süstür, vazomuza ışıktır. 

Eski Türk Filmlerinin kötü kadınıdır “Lale Belkıs” belleğimizde. 

Bir semttir, bir dönemdir. 

Uluslararası İstanbul Film festivalinde ödüldür “Altın Lale”.

Uluslararası İstanbul Lale Festivali yapılır,
 İstanbul’un dört bir yanı lalelerle bezensin, erguvanlara yarenlik etsin diye. 

İskender Pala’nın “Katre – i Matem” i lalenin izinde yol alır, sürükler okuyucuyu lalelere bezenen İstanbul’da yaşanan aşkların elemi ile. 

Kısacası lale sadece nisanda ya da mayısta yılda bir defa açmaz. Dediğim gibi lale her zaman her yerde bizimle.  Gizemli çiçek dünyasının önemli bir parçası olana lale, tarihtir, kültürdür, hayata dokunuştur. 

Çok lale geçti yazıda biliyorum ama, Hababam Sınıfında Güdük Necmi’nin Kel Mahmut’a dediği gibi “lale devrinde lahanadan bahsedecek  değildik ya”….

Hayatımızdan laleler hiç eksik olmasın, aşk hep bizimle olsun…

“Laleli” olmak dileği ile…
 

19 Şubat 2012 Pazar

KEREVİZ SALATASI


Kış mevsiminin en güzel besinlerinden olan kerevizin geçen haftalarda zeytinyağlı bir tarifini paylaşmıştım sizlerle. Şimdi de meze olarak yemek masanızı süsleyecek olan kereviz salatası tarifini sunmak istiyorum.

Öncelikle şunu söylemeliyim ki, kerevizin ağır olanını seçmeniz markette dikkat etmeniz gereken en önemli unsur.

1 orta boy kerevizi soyduktan sonra limonla iyice ovun ki, sararmasın ve beyaz kalsın, bu da bir diğer püf noktası. Daha sonra kerevizi orta büyüklükte rendeleyin.  Bir kapta yaklaşık 1 kase yoğurt ve 2 yemek kaşığı kadar mayonezi karıştırın. 1 küçük kase kadar dövülmüş ceviz ve yoğurtlu karışıma rendelemiş olduğunuz kerevizi ilave edin. Arzu ederseniz yeşil elmayı da rendeleyerek kerevize karıştırabilirsiniz. O şekilde de lezzetli oluyor bence :)

Servis tabağına almış olduğunuz karışımı arzu ettiğiniz şekilde süsleyin veee afiyetle yiyin :) Hem kolay hem besleyici hem de lezzetli :)

7 Şubat 2012 Salı

YİNE KAR...


Kar bu sene Ankara'yı sarıp sarmalamaya, battaniye misali örtmeye çok niyetli. 
Hayatımızı sekteye uğratması, buz tutarak bizi yerlere düşürmesi, 
kısacası çilesi bir yana, namussuz bir de güzel yağıyor ki...
 İşte o zaman, unutturuyor çektirdiklerini. 
Yaklaşık yarım saat önce Bilkentte öyle bir yağdı ki, nutkumuz tutuldu, 
hiç o kadar büyük partiküller şeklinde yağdına şahit olmamıştım. 
Hemen fotoğraf makinesini aldım elime 
ve ofis balkonundan işte bu muhteşem kareyi yakaladım. 
Sanki pamuk yağdı tepemize, 
öyle narin, öyle yumuşak, öyle zarif bir kardı ki yağan. 
Yine ne eziyetlerle yollarda kalacağımızı bir kenara itti bu yağış. 
Haksız mıyım ama, kartpostal gibi değil mi?

5 Şubat 2012 Pazar

ELMALI TART

Sürekli elmalı tarifler verdiğimin farkındayım ama elma bu yani ne yapayım? Her tatlının içine öyle bir yakışıyor ki :) Elma ya da nasıl diyelim eski Türkçe ile "alma" vitamin deposu, kolesterol düşürücü....İtiraf ediyorum, bir de şöyle bir şey var ki söylemeden geçemeyeceğim, portakaldan hiç haz etmediğim için genelde elmalı tariflere kayıyorum sanırım. Ama armut ve ayva gibi diğer kış meyveleriyle ilgili de tarif deneyecek ve güzel olurlarsa mutlaka sizlerle paylaşacağım.




Elmalı tartı ilk kez denedim aslına bakarsanız, yemeyi her zaman çok sevmişimdir ama yapmaya hiç kalkışmamıştım.Yaptığım her tarifi en az 5-6 kişinin beğenisine sunuyorum ve aldığım eleştiriler olumlu ise sizlerle paylaşıyorum. Bu tart da yiyen kişilerin " annemin yaptığı gibi" "eski günler gibi" yorumlarını alan bir tarif oldu.


Malzemeler 
250 gr margarin (yarısı erimiş, yarısı oda sıcaklığında)
1/2 su bardağı pudra şeker
1 yumurta ve 1 yumurtanın sarısı
2,5 su bardağına yakın un
1 paket kabartma tozu
1 kg elma
2 çorba kaşığı toz şeker
1 çorba kaşığı tere yağı
tarçın

Un, pudra şekeri ve kabartma tozunu karıştırıyoruz. Ortasını açıp yağımızı ekliyoruz ve karıştırıyoruz. Yumurtaları ilave ettikten sonra yoğurarak hamurumuzu yapıyoruz. Hamurumuzdan 1 elma büyüklüğündeki parçayı ayırıyor ve biraz daha un ilave ederek katı bir hamur haline getiriyor ve buzluğa koyuyoruz. (Bu da ne şimdi diyecek olursanız ...Üst süsleme için kullanacağız. ) Kalan hamuru yağlanmış kelepçeli tart kalıbımıza yayıyoruz. 

Diğer tarafta ise arzu ettiğiniz şekilde doğradığınız kabukları soyulmuş elmaları ( ben ince ince kare dilimlerim mesela, annem rendeler, bazıları da küp küp doğrar ) toz şekerle beraber kendi suyunda pişiriyoruz. Ateşten alınca tere yağını ve bir tutam tarçını ilave ederek tart hamurumuzun üstüne yayıyoruz. 

Buzluktaki hamuru ise rendenin iri tarafıyla tartın üstüne rendeleyerek ve hafif toz şeker serpiyoruz. Tartımızı önceden ısıtlmış 180 C fırında yaklaşık 40' pişiriyoruz. 

Tartımızı ister ılık bir şekilde yanında kaymaklı dondurma ile , isterseniz de soğuk olarak servis edebilirsiniz. Ben bu tartı - 10 derece olan bir günde yaptığım için dondurmayla sunamadım. Ama öyle de muhteşem olacağına eminim. Afiyet olsun :)